Fahri Aral- FKF Üyesi
KİTABIN ADI: FKF / DEV – GENÇ TARİHİ / BELGELERLE BİR DÖNEMİN SERÜVENİ
(1965 – 1971 )
KİTABIN YAZARI: ALİ YILDIRIM
YAYINEVİ: DORUK YAYIMCILIK 1997 – ANKARA
YAZININ ALINDIĞI SAYFALAR: 305 – 306 – 307 – 308 – 309
Emperyalizmle mücadele eden devrimcileri sindirme metotları uygulamakta olan iktidar bir hafta içinde iki devrimci kardeşimizi kahpece vurdurmuştur. Bütün devrimci ve ilerici hareketlerde en önde mücadele eden bu iki yiğit militan, karşı-devrimcilerin korkusunu ve nefretini üzerlerine çektikleri için vuruldular.
İktidar devrimci gençleri öldürmek için eğitim ihtiyacını istismar eden özel okul patronları ile işbirliği yapmaktan çekinmedi.
Nitekim ilk şehidimiz Mehmet CANTEKİN, Işık Özel Mimarlık ve Mühendislik Yüksekokulu patronunun kiralık adamlarınca öldürüldü.
Işık Özel Mühendislik okulunun öğrencileri, özel okulların Anayasaya aykırılığı konusunda yürütülen öğrenci hareketlerinin önderi durumunda idiler. Öğrenciler arasındaki birliği sağlamışlar, özel okulların Anayasaya aykırılığını Anayasa Mahkemesine götürmeyi başarmışlardı. Oysa patron, 1969–70 öğrenim döneminde kaydedecekleri öğrencilerden alacakları paralar ve bunun sağladığı banka kredileri ile Konya’da meşrubat sanayine yatırım yapmıştı. Öğrencilerin birliği ve güçlü direnişi patronun, yeni öğrenim döneminde alacağı para ve kredilerin suya düşmesine ve yaptığı yatırımda büyük ölçüde zarara girmesine yol açıyordu. Diğer yandan öğrencilerin bu öğrenim yılı başındaki sloganları “1969–70 döneminde yeni öğrenci kardeşlerimizi patrona soydurmayacağız” idi.
Patronun, elindeki nakit paraları yeni yatırımlara kullanması ve banka kredilerinin kesilmesi öğretim üyelerinin paralarını ödeyememesi sonucunu doğurdu. Öğretim üyelerinden birçoğu istifa etti. Müdürler değişti. Özel okulların durumu kamuoyunda açığa çıktı.
İşte bu nedenler, etkili bir mücadele yürüten devrimci gençlere karşı, silahlı tertipler hazırlanmasını gerektirdi. Üstelik bu tertip siyasi iktidarın ortaklığı ile hazırlandı. Son günlerde okula sivil polisler gelir gider oldu. Patron önceleri devrimci gençlere karşı ümmetçi takımını kullanmak eğilimindeydi. Ancak ümmetçiler çıkardıkları kavgalar sonucunda öğrenci kitlesini yanlarına alan devrimcilerden iki kez dayak yediler. Anlaşılan bu olay, devrimci gençlerin üstesinden ümmetçilerle gelemeyeceğini patrona iyice anlattı. 19 Eylül Cuma günü patron bütün tertibatını almıştı. Tutulan kiralık katiller önce öğrencileri okula sokmadılar. Bunun üzerine aynı akşam toplu halde binaya gelen gençlerin üzerine 250 metreden adam öldürülecek otomatik silahlarla ateş açıldı.
İşte Mehmet CANTEKİN kardeşimiz bu saldırıda can verdi. Olay yerine kiralık katillerin saldırısının sona ermesinden sonra gelen polis, katiller yerine devrimci gençleri yakalamaya uğramıştı.
Bu olaydan bir hafta sonra ise Işık Özel Mimarlık ve Mühendislik Okulu patronunun başbakan Demirel’in özel ilgisi ile kredi aldığı gazetelere aksediyordu.
Ben bir Memet öldürdüm galiba,
Bir ikindi zamanı
Selimiye Kışlasında,
Taş merdivende.
Elinde ekmek vardı Memedin
Memet nerde bulmuş ekmeği?
Kim bilir?
Memet sarı bıyıklıydı,
Siyahtı ekmek.
Ekmek benim elimde
Ve lakin merdivenin taşında kan
Canlı ve kırmızı
Akar uzanır
Benim ipek kuşağa benzer
Memetçik, Memet
Memetçik, Memet
MÜCADELE ADAMIYDI
Yağmurlu bir günde tanımıştım Mehmet’i. Sarı bıyıklarının üstünden çenesine doğru kayan damlaları elinin tersiyle silerek;
“Toplantıya gelecek misin?” dedi
Hemen karşılık veremedim. Söz konusu ettiği toplantı FKF’nin ilk örgütlendiği dönemlerde sürekli yaptığımız toplantılardan biriydi. Şivesinden doğulu olduğunu anlamıştım. Ben de doğudan, uzak bir yerlerden gelmiştim ama ne şivem ne de başka hiçbir şeyim benzemiyordu onunkine. Sonra konuşmaya başladık. Tek konuştuğu şey örgütlenmemizdi.
Bir gün TMTF olayları sırasında bizim fikir kulübünün imzasını taşıyan bir bildiri geçti elimize. Yönetim Kurulundaki arkadaşları bir telaş almıştı birden. Kim yayınlayabilirdi bunu, haberleri olmaksızın? Hemen araştırmaya başladılar. Ben ise için için gülüyordum. Daha sonra öğrenildi kimin yaptığı. Meğerse her örgütün bildiri yayınlayarak olayları kınadığını gören Mehmet dayanamamış “ benim de örgütüm var” diye kaleme sarılmıştı.
Sonraları eylem büyüdü, bizler büyüdük. Mehmet’te büyüdü. Boyu daha da uzamıştı, artık bıyıklarını dilediği gibi kıvırabiliyordu. Miting alanları, fabrika önleri, işçiler, köylüler her şeyden daha sıcaktı, daha candı Mehmet Cantekin için. Orman muhafızları sendikasının Bursa’da yapılan kongresine katılmıştı. Orada orman fakülteli bir devrimci olarak kendisini nasıl karşıladıklarını gözleri ışıl ışıl yanarak anlatıyordu.
Dostluğumuz daha da derinleşmişti. Her gün mutlaka beni bulur, konuşur tartışırdık.
Arada bir hüzünlenir, DOĞDUĞU YERİ KÂHTA’YI DÜŞÜNÜRDÜ. Kâhta’da kucak dolusu sevgi, kucak dolusu iyilik ve dürüstlük bırakarak gelmişti buralara. Yoksulluğun ne olduğunu bilerek savaşıyordu. Ezilmişliği dile getirirken sözleri alevleşir, hep şiir düğümlenirdi boğazına. Nazım’dı. Ahmet Arif’ti sevdikleri.
Gün ola, devran döne, umut yetişe
Dağlarının dağlarının ardından
Değil öyle yoksulluklar, hasretler
Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız…
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ
Bu yürek ne güne vurur…
Lorca’yı da düşürmezdi dilinden. Onun yaşamını sevmişti derinden. Kendisinin de Lorca gibi faşist kurşunlarıyla öleceğini nereden bilebilirdi?
Biz de Ho Gibi Ölebilsek
Devrimci yüreği bütün kavgalara açıktı Mehmet’in. Halk savaşçıları için kendince ağıtlar dizer, yüceltirdi onları ve savaşlarını. Ho amca öldüğü zaman evine gitmiştim. Duvarda Ho Amca’nın dergiden kesilmiş bir resmi vardı. Dalgın, dalgın bakarak,
“Bizler de O’nun gibi halkının yiğit mücadelesini görerek, içimiz rahat ölebilecek” miyiz? demişti.
Son gününde yine beraberdik. İşbirlikçinin kurşunu vücudunu deldiğinde, yüzündeki tatlı gülüş henüz kaybolmamıştı. Hastaneye götürene kadar bu mücadelenin yiğit bir savaşçısının daha öleceği geçmiyordu aklımdan. Ama az sonra ölüm bir ok gibi deldi yüreklerimizi. Emperyalizme, yerli işbirlikçilerine karşı verdiğimiz mücadelede bir devrimciyi daha kaybetmiştik. Fakat hıncımız daha da artmıştı, daha da büyümüştü. Çünkü her birimiz bu kavganın sonunda ölüm olduğunu bilerek atılmıştık. Gücümüzü ona göre büyütmüş, silahlarımızı ona göre kuşanmıştık. Ölümden öte bir dönüş yok artık bizler için…
Ve sen ölmedin Mehmet Cantekin.
Sen ölmedin Taylan Özgür.
Sizler ölmediniz!
Daha büyük bir güçle yaşamaktasınız aramızda.