BİZİM GAZZELİLER

 

MAZİDEN ESİNTİLER -109 

BİZİM GAZZELİLER

 

 

 

           

            Filistinliler üstüne yazdığım yazı ve şiirlerimi okuyan bazı okuyucular, yazılarımın altına yazdıkları yorumlarda beni eleştiriyorlar: Uzaktaki Filistinlileri görüyorsun, kendi ülkendeki acıları görmüyorsun.

            Okudukları birkaç yazı ve şiirimden dolayı beni suçlayacaklarına, yüzden fazla sitede yayınlanan yazı ve şiirlerimi (sayıları iki bine yaklaştı) okuma zahmetine katlansalardı, sanırım biraz daha vicdanlı davranırlardı.

            Yakılan, boşaltılan köyleri yazdım.

            Yakılan insanları, eşyaları, Kuranları yazdım.

            Yalınayak, başı açık orta yerde kalan anneleri, kızları, çocukları yazdım.

            Doğduğu toprakları boynu bükük, gözü yaşlı terk eden insanları yazdım.

            Gördüğüm vahşeti, zulmü yazıya ve şiire döktüm.

            Zalim zalimdir… Dini, ırkı, cinsiyeti zalimin zalimliğine karşı çıkmama engel değildir.

            Ben beni bileli mazlumların safında yer aldım. Mazlum mazlumdur. Mazlumların dinine, ırkına, cinsiyetine bakmadım.

            Benim katilim iyidir, senin katilin canidir, diyenlerden olmadım… Katil katildir…

            Haklıdan yana tavır almamı, haksızlığa karşı çıkmamı babamdan, ağabeyim Mehmet Cantekin’den, okuduğum kitaplardan öğrendim.

            Zalim ne kadar güçlü, vicdansız olsa da, mazlumun safında yer almayı insani bir görev bildim.

            Bu tavrımdan dolayı çok zarar gördüm. Bedeller ödedim. Çektiğim bütün acılara rağmen, bu tavrımdan vazgeçmedim.

            Ömrümün sonuna kadar dinine, ırkına, cinsiyetine bakmadan, zalimlere karşı tavır almaya devam edeceğim. Yazılarımla, şiirlerimle, yaşantımla duruşum devam edecek.

 

            Daha önce yazdığım şiirlerden bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum.

            Kendi ülkemdeki Gazzelilerin acıları kalemimden nasıl dile gelmiş, okumayanlar, okusunlar…

           

14 yaşındaki Ceylan, görev yaptığım Lice’nin bir köyünde yaşıyordu. Annesinden makarna istemiş. Annesi yemeği hazırlayana kadar evinin önüne çıkmış. Tahra ile ağaçlardan, keçilerine biraz yaprak toplamak istemiş. Kahpe mermi Ceylan’ı bulmuş. Acısı kalemime şöyle yansıdı:

 

 

CEYLAN’A AĞIT

 

Ağaç dallarında asılı,

Lime lime etim,

Al eteğine anne…

 

Bir tabak makarna,

Yağı barut sosu kan,

Bal peteğine anne…

 

Havanda dövdü havan,

Kara üzüm tanesi,

İki gözüm aktı anne…

 

Yaşım henüz ön dört,

Sevginle üstümü ört,

Eylül sarardı anne…

 

Kan ağlıyor mezram,

Duysun çığlığımı,

Görsün memleketim anne…

 

Bu çıplak vahşet,

Tek gazetede manşet,

Vicdan zayidir anne…

 

 

Diyarbakır’da çocuklar parka gitmiş. Oynuyorlarmış. Bir termos bulmuşlar. Su içmek istemişler. Termos ellerinde patlamış. Çocuklar öldüler. Yüreğim yandı. Aşağıdaki şiiri yazdım:

 

 

SEVGİ DÖŞÜYORUM ANNE

 

Asfalt yürekler almış ısıyı,

Gel ört ölümü anne!

Zemherim üşüyorum…

 

Birden bire karardı gökyüzü,

Yıldızları çaldılar anne!

Bunlara şaşıyorum…

Salıncağım koptu birden,

Gel tut beni anne!

Toprağa düşüyorum…

 

Beyaz güller toplamıştım sana,

Kırmızıya döndüler benimle anne!

Seninle yaşıyorum…

 

Horişima Nagazaki Halepçe Filistin,

Çocuklar beni çağırıyor anne!

Oyuna koşuyorum…

 

Su sandım kin nefret varmış termosta,

Ben çocuğum tüm yollara anne!

Sevgi döşüyorum…

 

 

Yirmi yaşına bile basmamış bir genç, faili meçhul şekilde öldürüldü. Bu gencin yerine kendimi koydum. Aşağıdaki şiiri yazdım:

 

 

AĞIT YAKMA

 

Yüreğine göm acımı,

Ağıt yakma cesedime…

Çağır gelsin dört bacımı,

Ağıt yakma cesedime…

 

Yanmış beden kopmuş başım,

Yirmisinde yoktu yaşım,

Olmaz olsun mezar taşım,

Ağıt yakma cesedime…

 

Söyle annem saç yolmasın,

Yüreklere dert dolmasın,

Ela gözlü yâr solmasın,

Ağıt yakma cesedime…

 

Canım babam yaş dökmesin,

Bir köşede diz çökmesin,

Tabutumda mıh sökmesin,

Ağıt yakma cesedime…

 

Cantekin der; ağla ovam,

Bu kadarmış suyum havam,

Kardeş sana teslim yuvam,

Ağıt yakma cesedime…

 

 

Salih, Lice’nin bir köyünde yaşayan gençti.  Dolmuş şoförüydü. Bir haftalık evliydi. Öldürüp çuvala koymuşlar. Çuvalı yol kenarına atmışlar. O da faili meçhule gitti. Salih’e ağıt yaktım:

 

 

LİCELİ SALİH

 

“Bir Haftalık Liceli Geline”

 

Gelin oldu ay dolmadı,

Cana kıydı kanlı eller…

Kına yaktı oy solmadı…

Cana kıydı kanlı eller…

 

Tüm bedeni lime lime,

Dil bulamaz bir kelime,

Kanlı katil sen de gülme,

Cana kıydı kanlı eller…

 

Genç köylüydü aşı helal,

Damatlığı oldu al al,

Yedi günlük gelin bak lal,

Cana kıydı kanlı eller…

 

Yâr yitirdi hem ilk hafta,

Lanet olsun böyle bahta,

Örttü onu toprak tahta,

Cana kıydı kanlı eller…

 

Cantekin der; bağrım yanık,

Bu vahşete oldum tanık,

Bir çuvala koymuş sanık,

Cana kıydı kanlı eller…

 

 

            Hüseyin, görev yaptığım okulda 5. sınıf öğrencisiydi. Kardeşi, benim öğrencimdi. Çok iyi bir çocuktu. Severdim. Hüseyin de beni severdi. 22 Ekim 1993’te Lice yakılırken evlerine bir top mermisi düşmüştü. Üç can, üç kardeş birer şarapnel parçası ile öldüler. Anneleri ağır yaralandı. Bir öğrencim, Hüseyin’in ölüm haberini verdi. Dışarı çıkma yasağı vardı. Hüseyin’in acısı ile ölümü göze aldım. Cenazesinin getirildiği camiye gittim. Üç kardeşin başında ağladım. Eve dönünce aşağıdaki şiiri gözyaşları içinde yazdım:

 

 

LİCELİ HÜSEYİN

 

      “Öğrencimiz Hüseyin Cantürk’e”

 

Gördüm cami avlusunda,

Küçük kanlı bedenini…

Kanlar vardı havlusunda,

Söyle bana nedenini…

            

Hüseyin’im okur beşte,

Daha çocuk üç kardeşte,

Yandılar hep bir ateşte,

Söyle bana nedenini…

 

Yaktın gülüm üzdün beni,

Gözün açık süzdün beni,

Sorguladın ezdin beni,

Söyle bana nedenini…

                     

Eve gelmiş bir şarapnel,

Dört bedende kan olmuş sel,

Bir yaralı üçte ecel,

Söyle bana nedenini…

 

Cantekin der; niye bu kan,

Öğrencimdir ölmüş bakan,

Bu kan gölü bana mekân,

Söyle bana nedenini…

 

1993 Lice

 

 

 

            Nevzat, kiracısı olduğum Feride ablanın kardeşiydi. Dolmuş şoförüydü. Kaçırdılar… Öldürdüler… Çuvala koyup yolun kenarına attılar… Nevzat’ta faili meçhule gitmişti. Cenazesini kaldırdık. Eve döndüm. O acıyla Liceli Nevzat şiirini yazdım:

 

 

LİCELİ NEVZAT

 

Diyarbakır zalim elde fitilin,

Hesabını soran olur unutma…

Kan bürümüş hain gözü katilin,

Hesabını soran olur unutma…

 

Fidan gibi boyu vardı Nevzat’ın,

Baharını yaşıyordu hayatın…

Söyle katil niye kaçtı rahatın?

Hesabını soran olur unutma…      

 

Fırçan kanlı vahşet çizdin tuvale,

Vurdun kıydın Nevzat geldi ne hale,

Bir çuvalda attın ıssız mahale,

Hesabını soran olur unutma…

 

Kadri Hüsnü baba baba der bekler,

Anne bacı dertlerine dert ekler,

Ateş düştü yanar sönmez yürekler,

Hesabını soran olur unutma…      

 

Cantekin der; genç Nevzat’a ağlarım,

Acın ile yüreğimi dağlarım,

Bir garibim türkün söyler çağlarım,

Hesabını soran olur unutma…

 

            Ben, barıştan yanayım. Savaşlara karşıyım. Çünkü bütün savaşlarda halklar zarar görür. Acıyı onlar çeker.

Türk dediğimiz Kırgızlar ve Özbekler birbirini öldürüyor… Bunları kimler birbirine düşman etti?  Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur diyenler, Türk’ün Türk’ü öldürmesinden bile çıkar sağlamaya çalışanlardır.  Halkları birbirinden nefret ettirenler, birbirine düşman edenler, savaşa sokanlar, birbirine kırdıranlar silah tüccarları ve onların ortağı derin devletin emrindeki yöneticilerdir.

Dinlere, dillere yasak getirenler halklar değil, derin devletin emrindeki yöneticilerdir. Çatıştırmalarda çıkar sağlayanlardır…

Ülkemizde dökülen kanın arkasında kirli eller var. Kin ve nefret, yazılı ve görsel basında, yüzlerinde ar perdesi yırtılmış sözde aydınlar, sözde uzmanlar tarafından körükleniyor. Yalan bombardımanından yalancıların yüzünü çoğumuz göremiyoruz…

Savaş baronlarından başka herkes çatışmalardan zarar görüyor. Anneler ağlıyor. Yuvalara ateş düşüyor. Kin ve nefret tohumları ekiliyor.

           

Bu konuyu şiirle yıllar önce şöyle anlatmıştım:

 

 

KAN TACİRLERİ

 

Perde gerisinde yapar hesabı,

Kârlıdır savaşın kanlı taciri…

Servetine tapar insan kasabı,

Kârlıdır savaşın kanlı taciri…

 

Serçe yürekliler olmuşlar şahin,

Kanı pekmez görür canları tahin,

Kardeşi kardeşe düşüren hain,

Kârlıdır savaşın kanlı taciri…

 

Yanar anaların her gün yüreği,

Durmaz mezarcının kazma küreği,

Kurtlar sofrasında balla böreği,

Kârlıdır savaşın kanlı taciri…

 

Fitneye fesada vermiş belini,

Kan gölü arttıkça ovar elini,

Akan salya geçer bahar selini,

Kârlıdır savaşın kanlı taciri…

 

Cantekin der; yeter görün domuzu,

Asalaktır bunlar vampir rumuzu,

Çoğaltın sevgiyi sürün kuduzu,

Kârlıdır savaşın kanlı taciri…

Mahmut CANTEKİN

01.01.1952 yılında Adıyaman ili Kâhta ilçesi Cami Mahallesinde Dünya’ya geldi. İlk ve Orta Okulu Kâhta’da okudu. Besni Öğretmen Okulunda öğrenimine devam etti. Osmaniye Düziçi’nden mezun olarak öğretmenlik diplomasını aldı. Afyon ili Sinanpaşa ilçesine bağlı Çatkuyu ve Yıldırım Kemal köyleri ile Tınaztepe kasabasında öğretmenlik yaptı. Rotasyona tabii olduğundan Diyarbakır ili Lice ilçesine atandı. Burada Öğretmenlik, Halk Eğitim Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı. Lice’de beş yıl görev yaptıktan sonra Mersin merkeze atandı. 26 yıl görevden sonra Mersin’de emekli oldu. Kâhta’da yaşamaktadır. Bütün gününü şiir ve yazı çalışmaları ile geçirmektedir. Çeşitli şiir sitelerinde şiirleri yayınlanmaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir