MAZİYE YOLCULUKLAR – 203
BADEM GÖZLÜ OLDU
Bu gece yarısı maziye doğru yolculuk yapmak istiyorum. Çocukluğumun Kâhta’sına, Eski Çarşıya gideceğim. Sizi “BADEM GÖZLÜ” diye tanıtılan biriyle tanıştıracağım…
Tanırsınız… Hal ve tavırlarıyla, yaşantısıyla kendi kendini meşhur etmeyi başarmıştır. Kâhta yerlileri çok iyi tanır…
Babası, Urfa taraflarından gelip Kâhta’ya yerleşmiş. Eski Çarşının ortasında dükkânı olan esnaflardan biriydi. Eski çarşının güzel esnafları içinde “asabi” olduğundan, “kafasının birkaç tahtası” eksik diye tanımlanırdı. Çocuklar kendisinden çekinirdi.
Esnaflarımızın büyük çoğunluğu bize sevgiyle ve şefkatle yaklaştıkları için onları sever sayardık. Bir dediklerini iki etmezdik. Onlardan korkmazdık. Çekinmezdik. Bir akrabamız, büyüğümüz görürdük. Elli yıldan fazla zaman geçti, hepsini dükkânlarının yerleri ile birlikte hatırlarım. Eski Çarşının o güzel insanlarını yazılarımda, şiirlerimde anarak, özlemimi dile getirdim, getiriyorum. Çocukluğumda seviyordum. Gençliğimde sevip sayıyordum… Bu yaşımda seviyorum, sayıyorum, özlemle anıyorum ve o günleri arıyorum… Vefayı, dostluğu, yardımseverliği, konukseverliği, sevgi ve saygıyı Kâhta’mızın güzel insanlarından öğrendik.
Ağabeyim Mehmet Cantekin, 19 Eylül 1969 yılında İstanbul’da vurulduğunda on yedi yaşındaydım.
Canım Kâhtalıların çok büyük çoğunluğu efendi, saygılı, çalışkan Kâhtalı yirmi bir yaşındaki üniversite öğrencisinin ölümüne üzüldüler. Ağladılar. Binlerce kişi Qeraş yol ayırımına kadar gelerek cenazeyi taksiden aldılar. Omuzlarında evimize kadar taşıdılar.
Kâhtalım insanlığını, güzelliğini gösterdi. Komşusuna, hemşerisine sahip çıktı. Sokağımızı, komşularımızın toprak damlarını güzel insanlar doldurmuştu.
Annem, ilk çocuğunun cesediyle, umutlarının çiçeğiyle bir gece daha kalmak istedi. Cenazeyi bir gün sonra kaldırın, dedi. Kalabalık dağılmadı. Büyüklerimiz cenazeyi kaldırmaya karar verdiler. Yıkanmış, tabuta konmuş cenaze omuzlarda taşınarak Ulu Camiye götürüldü.
Kâhta tarihinde görülmemiş bir olay yaşadık. Cenaze namazını kıldıracak imam bulamadık.
O büyük kalabalık ve bizler şaşkınlık içindeydik.
Komşumuz, ağabeyimin Kâhta’da ve Adıyaman Lisesinde okul arkadaşı, Adıyaman’da ev arkadaşı sevgili Kejoğlu Abdulkadir Aydın kalabalığa bir konuşma yaptı:
— Mehmet Cantekin Kâhta çocuğuydu. Hepiniz tanırdınız. İçkisi, kumarı ve bir terbiyesizliği yoktu. Babasını hepiniz tanırsınız. Bu çeşmeyi ve yukarıdaki camiyi yaptı. Elinden Kuran düşmez. İçkiden ölen zengini camiye getirip başında Kuran okuyan imamlar, nerelerdesiniz? Kâhta’yı ve Kâhtalıları canından çok seven yirmi bir yaşındaki genç, zamparalıktan, kumardan ve içkiden ölmediği için mi namazını kılmıyorsunuz? Ağa çocuğu olsaydı, namaz kıldırmak için kuyruğa girerdiniz. Siz nasıl Müslümansınız? Para için dinini satanlar namazımızı kılmasın…
Kalabalığın içinden bir güzel insan bağırdı:
— Ben imamım. Mehmet’in namazını ben kıldırırım. Abdesti olanlar safa geçsin.
Ağabeyimin cenaze namazını bu güzel insan kıldırdı.
Mehmet, yirmi bir yaşında doğduğu topraklara gömüldü.
Bir gün sonra öğrendik ki “BADEM GÖZLÜ” ve ekibi toplanmış karar almışlar: İmamlar cenaze namazını kılmasın. İmamlara tek tek söylemişler. İmamlar, onların sözüne uymuşlar. Belki de “BADEM GÖZLÜ” ve ekibinin dedikodularından korktukları için cenaze namazı kılmaya gelmediler. Kimsenin günahını almak istemem. Tek bildiğimiz devlet memuru oldukları halde görevlerine gelmediler. Allah her şeyi biliyor.
Yaptırdığı camide dört ay bedava imamlık yapan babam, oğlunun cenaze namazını da kılardı. Hem de para için içkiden ölenin başında saatlerce kuran okuyan imamlardan daha güzel kıldırırdı…
“BADEM GÖZLÜ” ve ekibi, içkiden ölüp camiye getirilen, başında saatlerce Kuran okunan kişinin cenaze namazına katıldılar. Mezarlığa kadar eşlik ettiler…
Bunlar yüce kitabımızın, Kuran’ın Müslüman’ı değil, siyasetin adamıydılar. Tanıdıkları ve çok iyi bildikleri Mehmet’e değil, dedikodulara göre tavır almışlardı. Mehmet solcuydu ama onlardan çok daha iyi Müslüman’dı. Bu ekibe göre kendilerine katılmayan, kendileri gibi düşünmeyen herkes kâfirdi.
Bu ekibin zihniyetine bir örnek vereyim: Öz kardeşini Ecevit’e oy verdi diye sokakta parayla tuttuğu çocuklara taşlatan, arkasında “komünist” komünist” diye bağırtacak kadar yobaz kişilerdi… Kardeşi hacıydı ve namaz kılardı. Kesinlikle solcu değildi. Tek suçu Ecevit’e oy verdiğini söylemesiydi.
Cenazeyi kaldırdığımızdan bir gün sonraydı. Güzel Kâhtalılar taziye evini boş bırakmıyorlardı. Kâhta’nın köylerinden babamı tanıyanlar, gruplar halinde geliyorlardı. Annemlerin ve gelen kadınların feryadı arşa yükseliyordu. İkindi vaktine kadar evde dayanabildim. Evden çıktım. Ulu camide namazımı kılıp mezarlığa gidecektim. Ulu caminin önündeki çeşmeden abdest aldım. Ayağa kalktım. “BADEM GÖZLÜ” ile burun buruna geldik. O da abdest almak için sıra bekliyordu.
İmamlara yaptıkları baskıdan dolayı içim öfkeyle doluydu. Kendime hâkim olamadım, patladım:
— Lan sahte Müslüman! Lan din bezirgânı! Lan utanmaz adam! Siz kaç paralık adam oluyorsunuz da kimin namazının kılınıp kılınmayacağına karar veriyorsunuz! Lan şeytan dedikten sonra ağır küfürler ettim. Abdest alanlar, abdest almaya gelenler beni tuttular. O güzel hemşerilerim, beni sakinleştirmeye çalıştılar. “BADEM GÖZLÜ” tek kelime etmeden, abdest almadan oradan uzaklaştı.
Babam yaşındaki çok iyi tanıdığım bir Kâhtalının sözü hala kulağımdadır.
— Sen Mustafa’nın oğlusun. Mahmut’um bu küfürler sana yakışıyor mu? Acını biliyoruz. Senin acın buradaki tüm insanların acısıdır. Dün biz de cenazedeydik. Bu şeytanların ne yaptığını gördük. Sen sakin ol. Allah büyüktür. Allah onların cezasını verir. Siz Allah’a havale edin. Mevla’m ne yaparsa güzel yapar.
Olaya tanık olan canım hemşerilerim bana güzel öğütler verdiler. Tekrar abdest alıp namazımı kılmamı önerdiler. Çok utanmıştım. İlk defa benden büyük birine karşı böyle davranıyordum.
Yeniden abdest aldım. Ezan okunmaya başlamıştı. Yanımdaki yaşlılarla beraber camiye girdim. Namazımı kıldım. Camiden çıkıp mezarlığa gittim. Gece yarısına kadar ağabeyimin mezarının taze toprağına başımı koyup ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Babamın sesiyle kendime geldim. Yanında iki kişi daha vardı:
— Oğlum, vakit gece yarısını geçti. Biz de seni merak ettik. Kalk eve gidelim. Ya Allah ya sabır. Sığınacağımız tek yer Allah’tır.
Koluma girdiler. Ayağa kaldırdılar. Birlikte eve doğru yürüdük.
Bir gün sonra aynı saatlerde evden çıktım. Ulu Camide namazımı kılacak, mezarlığa gidecektim. Aşağı Şexbaba caddesinden Eski Çarşıya çıktım. Aşağı doğru inmeye başladım. Çok dalgındım. Başımı önüme eğmiştim. Gözlerim kimseyi görmüyordu. Yürüyordum. Bir ses duydum. Dönüp bakmadım. Ses bir daha geldi:
— Yeğenim bir dakika gelsene!
Başımı sese doğru çevirdim. Tekrar seslendi:
— Yeğenim bir dakika gelsene!
Seslenen “BADEM GÖZLÜ” esnaftı. Ben dalgınlığımdan dün aramızda geçen olayı unutmuştum. Dükkâna doğru yürüdüm. Bu dükkânın içine girdi. Ben de dükkâna girdim. Bu tezgâhının arkasında durmuştu. Ben de tezgâhın bu tarafındaydım:
— Buyurun, dedim.
Elinde tabanca ile beni bekliyormuş. Tabancayı bana doğrultu:
— Dün bana küfrettin! Seni vuracağım!
Birden elindeki silahı tuttum. Yukarı kaldırdım. Boğuşmaya başladık. Dışarıdan boğuştuğumuzu görenler içeri girdi. Bizi ayırdılar. İki kişi koluma girerek beni dükkândan dışarı çıkardılar. Eve götürdüler.
Aradan bir saat geçmemişti. Bir başçavuş yanındaki askerlerle kapımızı çaldılar:
— Savcı seni istiyor.
Jandarmaların arasında hükümet konağına giderken, ağabeyimle ilgili bir bilgi verecek, bir şey soracak diye düşünüyordum.
Hükümet konağına girdik. Savcının kapısında durduk. Başçavuş içeri girerek beni getirdiğini söyledi. Savcının sesini duydum:
— İçeri getir.
İçeri girdim. Savcının koltuğunun yayındaki sandalyede “BADEM GÖZLÜ” esnafı gördüm. Niye çağırdığını anladım.
Savcı sordu:
— Beyefendinin dükkânında kendisine saldırmışsın. Meskenine tecavüz etmiştim. Küfür etmişsin.
Sinirden elim ayağım titremeye başladı:
— Savcı bey, bu sahte Müslüman utanmadan size yalan söylemiş. Ben çarşıdan aşağı iniyordum. “Yeğenim bir dakika gelsene!” diye iki – üç kere seslendi. Ben de dükkânına gittim. “Buyurun” dedim. Elinde tabancayla beni bekliyormuş. “Buyurun” der demez tabancayı bana doğrultu. Ben de elinden almaya çalıştım. Savcı bey, babam “Müslümanlar yalan söylemez” der. Yaşına başına bakmadan bu sahtekâr size yalan söylemiş.
“BADEM GÖZLÜ” kıpkırmızı oldu. Tek kelime söylemedi. Savcı dönüp yüzüne baktı. Yalan söylediğini anlamış olmalıydı. Bana döndü:
— Ağabeyini kaybetmişsin. Başınız sağ olsun. Sabırlı ol. Sakin ol. Haydi, evine git.
Hükümet konağından çıktım. Eve döndüm.
Bir ilk daha yaşıyordum. Kâhtalılar aralarındaki küçük sorunlar için birbirilerini karakola şikâyet etmezlerdi. İki güzel insan araya girer, sorun çözülürdü. Biz böyle görmüştük.
“BADEM GÖZLÜ” ve ekibi cenaze namazını kıldırmamaya çalıştılar. “BADEM GÖZLÜ” karakola gidip yalan ifadeyle beni şikâyet etti.
Canım Kâhta’m nelere tanıklık ediyordu.
Ağabeyimin ölümünden birkaç ay sonra, babamı müftlükten çağırmışlardı. Müftüden başka beş kişi daha vardı. Çarşının içinde cami olmaz, senin yaptığın camiyi satacağız. Su kulesinin orada yapacağız. Babamın onayını almak zorundaydılar. Caminin mülkiyeti babamın üstündeydi. Diyanetin kanunları öyle söylüyordu. Babama imza attırmadım. Camiyi satamadılar. Beş kişiden biri “BADEM GÖZLÜ” esnaftı.
Camiyi onlar satıp parayı alacaklardı.
Babam ve benim neyle suçlanacağımızı tahmin edersiniz. O fırsatı vermedim.
21 yaşındaki Ağabeyimin vefatından 21 yıl sonra 16.01.1990 yılında babam vefat etti. Kâhta’mızın sürdürülen en güzel geleneklerinden biri taziye geleneğidir. Evimiz iki hafta hemşerilerimizle dolup taştı.
Gurbette olduğumdan onlarca yıldır görmediğim hemşerilerimi gördüm. Bunlardan biri de “BADEM GÖZLÜ” esnaftı. Gerekli saygıyı gösterdim. Yaşlanmıştı. Divanın hemen önünde oturuyordu. Sakal bırakmıştı. Gelenler gidiyordu. “BADEM GÖZLÜ” oturuyordu. Oda biraz tenhalaşınca beni yanına çağırdı:
— Yeğenim, hele gel yanıma otur.
Yanına gidip oturdum. Hacı olmuştu. Çocukluğumuzda bile Kâhtalılar maddi durumu el vermese de Hicaza gitmek için evlerinden bir şeyler satar giderlerdi. Kota olmasa hacı olmayan Kâhtalı herhalde kalmaz.
— Buyurun Hacı Emmi, dedim.
“BADEM GÖZLÜ” Hacı Emmi konuşmaya başladı:
— Geçmişte seninle aramızda kötü şeyler yaşandı. Birbirimize hakkımızı helal edelim. Siyaset bize yanlış yaptırdı. Sen de biliyorsun, gençliğimden beri partime hizmet ettim. Maddi ve manevi elimden gelen her şeyi yaptım. Milletvekili olmak için müracaat ettim. Partim bana kalleşlik yaptı. Beni sattı. Benim güvendiğim lider de boş adammış. Vefasızmış. Partiye benim verdiğim emeğin yüzde birini vermeyen birini milletvekili yaptı. Siyasetçi liderimi gerçek Müslüman biliyordum. Kusura bakma sizleri üzdük. Baban çok iyi bir insandı. Siyasetle hiç uğraşmadı. Elinden Kuranı düşürmedi. Bu yaşa kadar İslamiyet’i dört dörtlük yaşadı. Ağabeyini de iyi tanırdım. Çok terbiyeli bir gençti. Allah sevdiğinden yanına aldı. Ağabeyinin de babanın da mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet etsin.
“BADEM GÖZLÜ” Hacı Emmi daha çok konuştu. Ben saygıyla dinledim. Yeni misafirler geldi. Oda kalabalıklaştı. Ayağa kalktı:
— Ben gideyim yeğenim, dedi.
Dış kapıya kadar kendisi ile gittim. Teşekkür ederek kendisini uğurladım.
Sevabıyla, günahıyla o da bizim gibi bir kuldu.
Yandaşımız diye yücelttiklerimizin cennetlik olduğunu, bize yer ayırmasını istemek bence doğru değil.
Kimin cennetlik ya da cehennemlik olduğuna bizler karar veremeyiz.
Bizler yandaşımızı “BADEM GÖZLÜ” yapsak da Allah bilir.