MAZİYE YOLCULUKLAR – 248/ KÂHTA’DA TÜRKMENİSTANLI AİLE

MAZİYE YOLCULUKLAR – 248

KÂHTA’DA TÜRKMENİSTANLI AİLE

1760–1805 yılları arasında yaşamış “Hamışı Kölük” (Eken soyadı taşıyan Kâhtalıların dedeleri) bu gün ki Kâhta’yı görseydi gözlerine inanamazdı.
Bu geniş topraklarda kendisi ve kardeşinden başka kimse yokmuş.
Rişvan Aşiretinden olan Turanlılar, akrabaları ve aşiret üyeleri Haymana’dan gelmiş. Mırdes Aşireti Eğil’den gelmiş. Gevoz Aşireti mensupları Irak’ın Xeneqin bölgesinden gelmiş. Köroğulları için Bolu yöresinden geldikleri söylenir. Kırkorili Kirvem Mustafa Aslan’ın babası Aslan Ağa, 1905 yılında Dağlık Karabağ bölgesinden yakını 35 aile ile ayrılır. Kâhta’ya gelirler.
Muhacir denen Metiner Ailesi Ağrı’dan gelmişler. Diğer muhacirler Muş’tan gelmedir.
M. Nazif Ülgen’in Nalbant’ın Oğlu kitabını okuyunca yeni bir bilgi edindim. Türkmenistan’dan Kâhta’ya gelen varmış.
M. Nazif Ülgen’in ailesi Türkmenistan kökenliymiş.
Babasının Şamanızım dininin bütün özelliklerini taşıdığını da bu kitaptan öğrendim.
Kâhta’da hem dinlerinden hem de dillerinden olmuşlar.
Şamanist iken Müslüman olmuşlar.
Türk iken Kürtleşmişler.
Dinlerinden dönenlere “dönme” der Kâhtalılar.
Bu ailenin nereden geldiğinin belgesi kitapta şöyle anlatılıyor:
“Bu ailenin nerden geldiğinin somut gerçeği Ülgen’dir. Ülgen Şamanizm dininin tanrısıdır. Ne tesadüfdir ki Nalbant’ın babası Mahmut soyadı alma döneminde, tereddüt etmeden Ülgen soyadını alır. Ancak anlamını bilmeden.”
Ancak dededen dedeye süregelen anlatımlardan olsa gerek, onlar tanrıları Ülgen’i bilinçaltı saklamışlar. (Nalbant’ın Oğlu Sayfa: 19)
Maşallah! Ben de bilinçaltıma ayna tutacağım.

Google amcaya sordum, Ülgen nedir?
Dedi ki: “Ülgen (Azerice: Ülgən, Hakasça: Ӱлген, Kırgızca: Ульгень, Rusça: Ульге́нь, Osmanlı Türkçesi: اولگن) – Türk ve Altay mitolojisinde İyilik Tanrısıdır. Ülken (Ülgön) Han ve Moğolcada Ulgan Han. Göğün 16. katında yaşar. … Tek Tanrı inancında Göktanrı’nın oğlu ve gökyüzünün hükümdarı olarak görülmüştür.”
Ben de Ülgen nedir öğrendim.

Nalbant ailesi kuraklık ve Moğol istilasından dolayı Orta Asya’yı terk etmiş. Elazığ’a, oradan da Eski Kâhta’ya gelmişler:
“Nüfusu birkaç aileyi geçmeyen Eski Kâhta onlarla şenlenip çoğalır. Nalbant ailesi bir daha ayrılmamak üzere yerleşir ve köyün ileri gelenleri arasına girerler.” (Nalbant’ın Oğlu Sayfa:22)
Burada biraz tarihi bilgi vermek istiyorum. Tahrir defterleri, dönemin nüfus, mal – mülk kayıt defterleridir:
1519, 1524 ve 1547 tarihli Tahrir Defteri’nde Kâhta’da 5 mahalle var. Aşağı Mahalle, Cami Mahallesi, Ekrad Mahallesi, Kürt Veli Mahallesi ve Hıristiyanların yaşadığı Nassara Mahallesi…
1560 tarihli Tahrir Defteri’nde bu 5 mahalleye bir mahalle daha eklenmiş: Han Mahallesi.
1560’da toplam hane sayısı 665’tir.

Nalbant’ın Oğlu kitabında diyor ki:
“Malatya’nın kazası olan Eski Kâhta parlamenter Hacı Bedir Ağanın torunlarının talebi ve Menderes Hükümetinin kararı ile kaza olur. Adına Kâhta denir.”
Bu bilgi tamamen yanlıştır. Doğrusunu belgeleriyle sizlere sunuyorum:
İçişleri Bakanlığına Gönderilen Belgenin (Birinci belge) Sadeleştirilmiş Özeti:

Dâhiliye Nezareti Yüksek Makamına
Özet (Konu): Kâhta kaza merkezinin Kölek (Kölük) köyüne nakli hk.
Kulunuzun Âcizane Dileğidir!

Kâhta kaza merkezinin gerek mevkisinin ilerleme ve imara elverişli olmaması; ikliminin çok kötü olması ve toplam hane sayısının 100’den ibaret olması sebebiyle buraya dışarıdan gelen yolcu ve iş takipçileri için barınacak yer, yeterli yiyecek maddesi bulunmadığından merkez olmaya müsait değildir. Bundan dolayı, söz konusu kaza merkezinin öteden beri aşiretler ve reislerinin ikametgâhı olan, her tarafla irtibat sağlamış; bağ-bahçe, arazi, su ve nüfusunun çokluğu; ilerlemeye alışık ve büyümeye elverişli olan Kölek köyüne nakli için gerekli olan her şeyin tamam olduğunu konu alan Kâhta kazası Malatya Mutasarrıflığının zarflı (postayla gönderilmiş) yazısı Vilayet Meclisinde etraflıca müzakere edilmiştir.
Müzakere sonucunda; Kâhta kaza merkezinin ilerleme ve büyümeye gerçekten elverişli olmadığı ve ikliminin çok vahim olduğu anlaşıldığından zikredilen kaza merkezinin; büyüklüğü, önemi ve nüfusunun çokluğu ile mevkisinin gelişme ve büyümeye elverişli olmasından dolayı Kölek köyüne nakli uygun görülüp onaylandığından gereğin yapılmasına müsaade buyrulması arz olunur.
Emir ve karar Yüce Hazretlerinindir.
Rumi: 17 Şubat 1334 (Miladi: 13.03.1918)
Elazığ Valisi

“PADİŞAH ONAYININ ALINDIĞINI BELİRTİR DÂHİLİYE NEZARETİ İKİNCİ BELGE (2):
TEZKERESİ”
Bab-ı Ali
Dâhiliye Nezareti
İdare-i Umumiye-i Dâhiliye Müdüriyeti
Umumi: 14769
Hususi:
Efendim Hazretleri,
Ekteki cetvelde yazılı bazı vilayetler, livalar (sancaklar) ile bağımsız birimlerden (yerleşim birimleri) kaza, köy ve nahiyelerin (Rumi) 1 Mart 1335 (Miladi: 01 Mart 1919) tarihinden itibaren birbirleriyle irtibatlarının (yeniden) düzenlenmesi ve merkezlerinin değiştirilmesine dair Padişah Hazretleri’nin onayını (iradesini) bildirir tezkeredir.
Hicri, 6 Zilkade 1336; Rumi, 6 Ağustos 1334
(Gereğinin icrası için)
Vilayetler Mahalli işler (Umum) Müdürlüğüne havale
Rumi: 7 Eylül 1334 (Miladi: 07.09.1918)

ÜÇÜNCÜ BELGE (İkinci Belgenin Ekidir 3), MERKEZLERİ DEĞİŞECEK YERLEŞİM BİRİMLERİ CETVELİ’NİN SADELEŞTİRİLMİŞ ÖZETİ:
Cetvel Suretidir
(…)
6- Elazığ vilayeti dâhilindeki Malatya sancağına bağlı Kâhta ilçesinin merkezi Kölük
-Kölek- köyüne nakledilmiştir.
(…)
SONUÇ:
Karar, gereğin yapılması için Vilayetler Mahalli İşler Umum Müdürlüğüne tebliğ ediliyor… Tebliğ tarihi; Rumi, 7 Eylül 1334’tür. (Miladi: 07.09.1918)
Rumi 1 (bir) Mart 1335 (Miladi: 01 Mart 1919) tarihinden itibaren tarihi binlerce yıla dayanan Kâhta, Eski Kâhta olmuştur.
Kâhta Kölük köyüne nakil edildiğinde yani kaza olduğunda Hacı Bedir Ağa vardı. Torunları o zaman daha doğmamıştı. Ne Cumhuriyet vardı, ne de Menderes Hükümeti vardı.

Nalbant’ın oğlu kitabın bir yerinde Ermeni katliamının canlı tanığı olarak Ali Dedesinin anlattıklarını aktarıyor:
“Ermeni katliamı denen olayın birinci tanığı, bölge jandarma komutanı dede Ali’den dinleyelim.
Dış güçler Osmanlı’yı bitirmek için çaba gösteriyordu. Fransızların ve İngilizlerin kışkırtmaları ile Osmanlı’da mutlu mesut yaşayan Ermeni halkı isyana girişti. Kışkırtmalar neticesinde Ermeniler toplu katliama girişti. Bu katliama Müslüman Türkler sessiz kalmadı.
Elazığ bölgesinde çok ermeni yaşıyordu. Halkın birbirini kırdığı bu ortamda, Osmanlı Ermenileri göçe zorladı. Pahada ağır, yükte hafif eşyaları ile göçe başladılar. Suriye’ye gidip oradan Amerika’ya devam edeceklerdi.”
Ceza evi arkadaşım Uğur Mumcu’nun bir sözü aklıma geldi: “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak.”
Resmi görüşün kabaca tekrarından başka bir şey değil. Gerçeklerle alakası yok. Yapılan zulmü örtmek için “dış güçler” deyimi tekrarlanan nakarat. Dış güçler yağmur yağdırmaz. Dış güçler hazineyi soyun, der. Dış güçler emekliye azıcık zam yap, der… Dış güçler zenginlerin malı götürmesi serbest, der…
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladı. 15–45 yaşları arasındaki bütün Ermeni erkekleri askere alındı.
Askere götürülmeyen erkek ve kadınlara cephedeki askerler için mecburi görevlendirmeler yapıldı. Örnek: Bu Ermeni köyü bin çift eldiven, bin çift çorap, şu kadar buğday, şu kadar arpa, şu kadar para verecek. Köyün nüfusuna göre rakamlar artıp azalıyordu.
1915 yılının Nisan Ayında Hıristiyan Almanların da desteğini alan İttihat ve Terakki Partisi üst yönetimi Ermenilerin ölüm fermanını imzalıyor.
27 Mayıs 1915 günü Tehcir Kanunu çıkarılıyor.
Askerdeki Ermenilerin silahlarını alarak Amele Taburlarına gönderiyorlar. Aç ve susuz yol yapımında çalıştırarak yavaş yavaş öldürüyorlar. Ölmeyenleri de Çerkez Ahmet Yüzbaşı gibi çete liderlerine öldürtüyorlar. Yüzbaşı Ahmet Amele Taburunda bir seferde 400 Ermeni kökenli askeri, bir seferde de 600 Ermeni kökenli askeri kurşuna dizdiğini övünerek anlatır.
Bir deri bir kemik kalmış silahsız Osmanlı askeri öldürülenler…
Ermenilerin erkekleri askerdedir. Ermeniler sürgüne gönderilirken, savaştan dolayı belli bir süre için gönderildiklerini söylemişler. Çoğu Ermeni hayvanını, evinin anahtarını Müslüman komşularına teslim etmiş. Geri döneceklerini umuyorlarmış. İsyan edecek, katliam yapacak erkek bırakılmamış. Oyunu sezen iki il olmuş: Van ve Urfa. Onlar da kendilerini korumaya çalışmışlar.
Elazığ ilinde Ermeni Müslüman çatışması kesinlikle yoktur. Müslüman Türkler komşuları olan Ermenileri saklamışlar. Vali Sabit Bey (Sağıroğlu) ilan yaptırmış. Tellal bağırtmış: “Evinde Ermeni saklayan Müslümanlar kapılarının eşiğinde asılacaktır.”
Askere alınmayan yaşlı Ermeni erkekler gözaltına alınmış. Bırakılmaları karşılığında rüşvet talep edilmiş. Yüklü miktarda rüşvet alındıktan sonra şafak vakti elleri kolları bağlı yola çıkarılarak ıssız yerlerde uçurumlarda atılmış, Fırat’a atılmış ve öldürülmüşler.
Kadınlar ve çocuklar dağ yollarında aç ve susuz yürütülerek çoğu ölmüş. Kalanlar da Suriye’nin o zaman bataklık olan Der Zor bölgesine gönderilmişler.
Genç ve güzel kızlar, çocuklar alınmış. Kızlar eş, erkek çocuklar azap olarak çalıştırılmış.
Malatya’da Fırıncı Mevki toplanma kampıdır. Oradan Eski Kâhta, Cendere Köprüsü, Kölük, Adıyaman, Samsat ve Suruç’tan Der Zor’a götürülme işini para karşılığı kimin yaptığını ölümden kurtulanlar o günlerde isim vererek ifadelerinde anlatıyorlar. Kâhtalı isimleri daha önce yayınladım. Türkiye’de bu konuları anlatan onlarca kitap var.
Bahaettin Şakir Ermeni katliamının baş aktörlerindendir.
Bahaettin Şakir, hem İttihat ve Terakki Partisi Merkez Komitesi üyesi, hem de Teşkilat-ı Mahsusa örgütünün ana sorumlularından birisidir.
Bahaettin Şakir tarafından Adana Murahhası Cemal Bey’e 3 Mart 1915 tarihli yazılan mektup:
“Türkiye’de yaşayan bütün Ermenileri, bir tanesi kalmayıncaya kadar mahvetmeye karar, bu hususta da hükümete geniş yetki vermiştir. Hükümet katledip yok etmenin nasıl gerçekleşeceği konusunda, vali ve ordu kumandanlarına gerekli izahatı verecektir. İttihat ve Terakki’nin bütün delegeleri bulundukları yerlerde bu konunun takibiyle ilgilenecek, hiçbir Ermeni’nin korunmasına ve yardım görmesine meydan vermeyeceklerdir.”
Bahaettin Şakir ‘Ana Dava’ denen İttihatçı yöneticiler davasında, hem de ‘Mamüretülaziz (Elazığ-Harput) Davası’nda sanıktır. Her iki davanın iddianamesinde, Şakir’in faaliyetlerinden ve sıfatlarından sıkça bahsedilir.
Şakir, ‘Mamüretülaziz Davası’nda yokluğunda idam cezasına çarptırılır. Yurt dışına kaçar.
17 Nisan 1922 tarihinde Almanya’nın Berlin şehrinde Vali Cemal Azmi Beyle birlikte Ermeni militanlarca öldürülür.
Ermeni kafilelerine hükümetin teşviki ile Eski Kâhta ve çevresinde saldırtanlar ve saldıranlar, soyup öldürenler kitaplarda anlatılıyor.
Her Ermeni kafilesi askerlerle yola çıkarılıyor. Bir de para karşılığı kafilelere ağalar ve adamları eşlik ediyorlar. Askerler, ağalar ve adamları müsaade etmeselerdi, hiç kimse Ermeni kafilelerine yanaşamazdı.
Soymak ve öldürmek serbest olunca salyasını akıtarak saldıran çok olur.
Kâhta ve köylerinde dört bin yedi yüzden fazla Ermeni’nin yaşadığı kayıtlarda var. Hangi köylerde kaç kişinin yaşadığı bellidir.
Kul hakkı yenmez denen bir dinin mensupları, hükümet izin verdi diye mal -mülk için komşularını boğazlamışsa, köylerinin yamaçlarından Fırat’ın sularına atmışsa, karılarına ve kızlarına tecavüz etmişse kendilerinin utanmaları lazım. Kâhta köylerinde Ermenileri nasıl öldürdüklerini, Fırat’a nasıl attıklarını övünerek anlatanlar var.
Ermeni katliamına karışan aileler belli. Kimi asıldı. Bazı aile fertleri de kurşunla, trafik kazalarıyla Allah’ın gazabına uğradılar ve uğruyorlar… Bir aileden ondan fazla kişi trafik kazasından gitti.
Nalbant’ın oğlu fakir insanların zengin Ermenileri soyup öldürmelerini, altınlarını almalarını haklı görüyor gibi ifadeler kullanıyor…
Üçüncü Dünya Savaşında, fırsat düşerse fakir Türklerin, zengin Kürtlerin öldürülmelerinin, mallarına ve mülklerine el konulmasının, karılarına ve kızlarına tecavüz edilmesinin uygun olup olmayacağını düşünmesini tavsiye ederim.
Öyle ırkçı bir rüzgârda Kürtleşen Türkler de canlarını kurtaramaz. Bizim aslımız Türkmenistanlıdır demek zırh olmaz. Kurtarmaz.
Ülgen tanrı da imdadınıza yetişemez.
Irkçı rüzgâr esince kişiliksiz bütün unsurlar, kuduz kurtlara dönüşür. Kızlara, kadınlara tecavüz ederler. Altınlarını, Mardin yollarındaki saldırganlar gibi elbiselerini alıp çırılçıplak bırakırlar. Öldürürler. Nehirlere atarlar.
Allah hiçbir canlıyı vicdanını, merhametini yitirmiş, kuduz kurtlar sürüsüne dönmüş kalabalıkların eline düşürmesin…

Mahmut CANTEKİN

01.01.1952 yılında Adıyaman ili Kâhta ilçesi Cami Mahallesinde Dünya’ya geldi. İlk ve Orta Okulu Kâhta’da okudu. Besni Öğretmen Okulunda öğrenimine devam etti. Osmaniye Düziçi’nden mezun olarak öğretmenlik diplomasını aldı. Afyon ili Sinanpaşa ilçesine bağlı Çatkuyu ve Yıldırım Kemal köyleri ile Tınaztepe kasabasında öğretmenlik yaptı. Rotasyona tabii olduğundan Diyarbakır ili Lice ilçesine atandı. Burada Öğretmenlik, Halk Eğitim Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı. Lice’de beş yıl görev yaptıktan sonra Mersin merkeze atandı. 26 yıl görevden sonra Mersin’de emekli oldu. Kâhta’da yaşamaktadır. Bütün gününü şiir ve yazı çalışmaları ile geçirmektedir. Çeşitli şiir sitelerinde şiirleri yayınlanmaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir