MAZİYE YOLCULUKLAR – 249
MEHMET CANTEKİN VE TÜRKMENİSTANLI
Kâhta’nın Cami mahallesinde 17.05. 1948 yılında Mustafa ve Adile Cantekin’in nur topu gibi bir çocukları olur. Bu erkek çocuğunun kulağına ezan okunur. Mehmet adı verilir.
Tek katlı, bahçeli kerpiç ev şenlenir.
Bu güzel çocuk büyürken, çok zeki olduğunu küçük yaşlardan başlayarak davranışlarıyla gösterir.
Aldığı aile terbiyesi ile herkese sevgi ve saygı gösterir.
Kimsenin arkasından konuşmaz. Hele ölmüş bir insanın arkasından konuşmayı aklından bile geçirmez.
Komşuları, akrabaları, babasının dostları ve arkadaşları üstü başı pırıl pırıl, eli yüzü tertemiz bu yakışıklı, terbiyeli, yetenekli ve çalışkan çocuğu çok severler.
Okul çağına gelince Kâhta’nın tek ilkokulu Kubilay İlkokuluna yazdırılır. Terbiyeli ve çalışkan çocuk, tertemiz elbiseler içinde beş yılı takıntısız bitirir.
Kubilay İlkokulunun kuzeydeki bahçe duvarının öbür tarafında Kâhta Ortaokulu vardı. Oraya yazılır.
Derslerinde çok başarılı bir çocuktur.
Hayatının ilk eylemine okul arkadaşları ile birlikte katılır. Ortaokul müdürü haksız yere sürgün edilir. “Müdürümüzü isteriz” diye öğrenciler eylem yapar. Haksızlığa ilk isyanıdır.
Kâhta’da o yıllarda lise yoktu.
Adıyaman Lisesine yazıldı. Her yıl ayrı mahallede ve ayrı arkadaşlarla ev tuttular.
Ben o evlere yufka ekmek taşıdım. Bulgur, pirinç, simit, yağ, peynir vs taşıdım. Öğrenci evlerini gördüm. Mehmet Cantekin’le yemek yedim, aynı yatağı paylaştım.
Kardeşim Ahmet de o evlere çok gitti. Mehmet Cantekin’in küçük konuğu oldu. Ağabeyi onu Adıyaman’da gezdirdi. Gittiği yerlere götürdü.
Ağabeyimiz bizleri çok seviyordu. Biz de onu çok seviyorduk.
Mehmet Cantekin çok başarılı bir öğrenciydi.
Ahmet, Ağabeyi Mehmet Cantekin’le birlikte Belediye Aile Bahçesine gittiklerini, orada yedi sekiz masada liseli öğrenci arkadaşları olduğunu, onlara Matematik dersi verdiğini hatırlıyor.
Avukat Mustafa Kutlu, divitle güzel yazı ev ödevini arkadaşı Mehmet Cantekin’e götürüp yaptırdığını anlattı. Yazısı çok güzeldi.
Kâhta’da esnaf dükkânlarına tabela mecburiyeti getirilince, Mehmet Cantekin’in tabela yazdığını ben de Ahmet de hatırlıyoruz.
Mehmet Cantekin, edebiyatı da çok seviyordu. Kitap, gazete ve dergi okuyan Kâhtalı lise öğrencisiydi.
Okul gazetesini çıkarıyordu.
Yazı ve şiir yazıyordu.
Mehmet Cantekin, Kâhta’da yayınlanan HÜRFİKİR gazetesine yazı yazıyordu. AH BU BAŞLIK başlıklı yazıları on bir bölümdür. HÜRFİKİR gazetesinin bu sayıları arşivimdedir. Diğer yazılarının çıktığı gazeteler de arşivimde bulunuyor.
Mehmet Cantekin, Adıyaman’da yayınlanan gazetelere de köşe yazısı yazıyordu.
Mehmet Cantekin ile Adıyaman’ın Eskisaray mahallesinde bir kahveye girdik. İki çay söyledi. Tenha olan kahvede çay içerken gazete için köşe yazısı yazdığını hiç unutmam. Bana da söyledikleri hala kulağımda: “Her yazıda giriş, gelişme ve sonuç bölümü vardır. “
Mehmet Cantekin, piyes yazdı. Yazdığı piyesi arkadaşları ile Ortaokulun koridorunda oynadıklarını gördük.
Mehmet Cantekin, liseyi başarıyla bitirdi.
Mehmet Cantekin, üniversite sınavlarında başarı gösterdi. Başka üniversitelere girme hakkı varken, İstanbul Orman Fakültesini tercih etti.
Mehmet Cantekin, kendini daha çok geliştirdi. Orman Fakültesinin yayınladığı derginin yayın kurulunda görev aldı. Derginin yazmanıydı.
Mehmet Cantekin, ülkesini ve ülkesinin emekçilerini yani halkını çok seviyordu. Halkının refahı ve mutluluğunu savunan 68 kuşağının en faal öğrencilerinden biriydi. Bu konuda okuyup yazıyordu.
Mehmet Cantekin, Urfa Viranşehir’de evinde ölü bulunan ilçe kaymakamının durumunu araştırmak için arkadaşları ile Viranşehir’e gitti. Ağanın yaptığı baskıyı belgeleyip yazdı.
Mehmet Cantekin, ellerinde toprakları alınmak istenen Antalya Elmalı köylülerinin mücadelesine katılan üniversite öğrencilerinden biriydi.
Mehmet Cantekin, Bursa’da örgütlenmek isteyen orman işçilerinin yanında yerini aldı.
Mehmet Cantekin, İstanbul’da ekmek kavgası veren işçi sınıfın yanındaydı.
Mehmet Cantekin, emperyalizme karşı verilen mücadelenin içindeydi. Amerikan 6. Filosunu protesto eden öğrencilerle omuz omuzaydı.
Mehmet Cantekin, işçilerin, köylülerin, aydınların meclise girmesi için verilen siyasi mücadelenin saflarındaydı.
Mehmet Cantekin, ülkesinin çağdaş ülkeler arasına girmesi için mücadele etti. Sömürüsüz, sınıfsız bir toplum için mücadele etti. Halk mutlu olmayınca, kendisinin bireysel olarak mutlu olamayacağını söylüyordu.
Mehmet Cantekin, doğduğu toprak olan Adıyaman’ı, güzelim Kâhta’yı çok seviyordu. Kâhtalıların mutlu bir yaşantıları olsun diye mücadele veriyordu.
Mehmet Cantekin bütün bu güzellikleri yirmi bir yıla sığdırdı.
Mehmet Cantekin, bir yıl aynı evi paylaştığı Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen’in saldırısına uğruyor.
Birlikte okuyalım:
“Kâhta’dan gelen iki arkadaşının kiraladığı bir daireye 0rtak olmak üzere yeni eve taşındı. Bu evde tek odalı ama tuvaleti ve banyosu vardı. Evde iş bölümü yapıldı. Kadir Aydın yemek yapacak, Mehmet Cantekin evi silip süpürecek, NO’ kapları yıkayacak. Gelin görün ki Mehmet çok pasaklı. Evi süpürmek üzere süpürgeyi eline aldığında tozu bir taraftan diğer tarafa atarken çok titiz olan Kadir’i çıldırtmış.” (Nalbant’ın Oğlu Sayfa: 39–40)
Beraber yaşadığı evde süpürme işini kendisi görmemiş. Kadir Aydın anlatmış. O da duymuş. “Kadir’i çıldırtmış”
Keşke Kadir Aydın sağ olsaydı…
Evi süpürmeyi beceremeyen Mehmet Cantekin çok pasaklı.
Google amcaya sordum. Bana verdiği cevabı yazıyorum:
PASAKLI: Giyim kuşamına, eşyasının düzenine, temizliğe önem vermeyen kimseye pasaklı denir.
Ev süpürmeyi beceremeyen kişiye pasaklı denmez.
Mersin’de Kâhtalı Hasan Yıldırım’ın (Bankadan emekli Hasgır) evine taziyeye gitmiştim. Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen de oradaydı. Taziye evinde konu Mehmet Cantekin olmamasına rağmen suratını ekşiterek, ağzını eğerek:
— Mehmet Cantekin çok pasaklıydı, dedi.
Duyduklarıma inanamadım. Yarım asırdır görmediğim, ağabeyimin arkadaşı diye gözümde büyüttüğüm Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen kin kusuyordu. “Mehmet Cantekin çok pasaklıydı” derken nefreti suratına yansıyordu.
Şaşkınlığımı attım. Cevap verdim:
— Ben sizin birlikte oturduğunuz Belediyenin karşısındaki eve çok geldim. Ev her zaman temizdi. Mehmet Cantekin hiçbir zaman pasaklı olmamıştır.
Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen “Mehmet Cantekin çok pasaklıydı” demek için arkadaşım diye kitabına almış.
Sevgili Kadir Aydın’ın adını kullanıyor.
Kadir Aydın Mehmet Cantekin’in ölümüne en çok üzülenlerdendi. Cenazesinde namazını kılmayan yobaz imamlara şöyle bağırıyordu:
— Siz nasıl Müslümansınız? İçkiden ölen zengin için iki gün camide Kuran okudunuz. Cami yapmış Mustafa’nın 21 yaşındaki Kâhta aşığı oğlu, tertemiz gencin namazını kılmıyorsunuz.
Kadir Aydın her zaman bize ağabeylik yaptı. Bize sahip çıktı. Kâhta üzerine şiirlerimi istiyordu. Ankara’da olduğu dönem, telefonda sürekli halini sorardım.
Kâhta’da iken, Kâhta’ya her geldiğimde Kadir Ağabeyi görmeden dönmezdim.
Ankara’da vefat ettiği haberini aldığımda, hemen Kâhta’ya gittim. Camide bekletilen tabutunu öptüm. Cenaze namazını kıldım. Toprağına verilirken yanındaydım.
Mersin’e dönünce Kadir Ağabeyi anlatan bir yazı yazdım.
Kejoğlu Abdulkadir diye bir şiir yazdım.
Yazı ve şiiri kendi sitemde, Kahtanet’te ve ulusal birçok sitede yayınladım.
Kadir Aydın sağ olsaydı, Mehmet Cantekin’e “çok pasaklıydı” diyen Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen’e gerekli cevabı verirdi.
Mehmet Cantekin, Avukat Mustafa Kutlu ile Adıyaman’da bir yıl aynı evi paylaştı. Kitapta yazılanları okuyunca Mustafa Kutlu’yu telefonla aradım:
— Mustafa Ağabey, Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen, Mehmet Cantekin için “çok pasaklı” diyor. Sen nasıl hatırlıyorsun?
Mustafa Kutlu:
— Mehmet çok zeki, çalışkan, tertemiz bir arkadaşımızdı. Evimiz herkesin evinden temizdi.
Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen; Mehmet Cantekin’e kin ve nefretinin nedenini çok merak ediyorum.
Sen kendini kapitalist görüp sosyalist Mehmet Cantekin’e sınıfsal kin mi kusuyorsun?
Başka bir kuyruk acın mı var?
Kompozisyondan hep zayıf aldığın için, yazar ve şair Mehmet Cantekin’i kıskanman kin ve öfkeye dönüşmüş olmasın?
Yüzünü ekşitip ağzını eğerek “çok pasaklıydı” dedin. Hırsını alamadın kitabına da yazdın.
“Çok pasaklıya” derslerinde başarılıydı, Matematiği çok iyiydi, demişsin. Puanları yüksekti ama Orman Fakültesini tercih etti, demişsin.
Nalbant’ın oğluna bu yakışır: Hem nalına vur, hem mıhına vur…
O pasaklı dediğin Mehmet Cantekin çok temiz giyinir, eli yüzü parlayan yakışıklı bir gençti. Biz kardeşlerine temizliğin önemini anlatan konuşmalarının hepsini hatırlıyorum.
Bu kin nefretin sebebi senden zeki ve yakışıklı olması olabilir mi?
Kitabında İngilizceden her sene ikmale kaldığını, ikmalden geçmek için öğretmeninin elini öpmeye gittiğini övünerek anlatıyorsun. İşin bitene kadar el öpmüşsün.
Diyorsun ki::
“Üniversite yılları çok mutlu geçti. En çok İngilizceden sorun yaşıyor ve ikmale kalıyordu. İkmal imtihanına girmeden hocası takma adıyla Hayri Baba’nın elini öpmeye giderdi. İçi sevgi dolu Cumhuriyet Lisesi’nden emekli hoca takılmadan edemezdi. Görür görmez hemen “yine el öpmeye mi geldin” derdi. El öpmeler okul bitene kadar sürdü.” (Nalbant’ın Oğlu Sayfa:61)
Bu paragraf dünyaya bakışınızın, yaşantınızın özetidir.
Mehmet Cantekin bu görüşte olsaydı tarihte yerini almazdı.
Bilgi sahibi olmadan fikir belirtmek hoş şey değil. Diyorsun ki:
“Evini paylaştığı arkadaşı Mehmet Cantekin, Ermeni kökenli bir ailenin çocuğuydu.
Elazığ’dan kafileler halinde Suriye’ye geçen bir gurup Ermeni, Kâhta’nın Narince köyüne sığınmışlardı. Buraya sığınan bütün Ermeniler Müslüman olmuş, Mehmet’in babası da bu Müslümanlardan biri idi.” Nalbant’ın Oğlu Sayfa 40)
Elinde bir belge varsa biz de görelim. Elazığ’dan Narince’ye gelmiş, Müslüman olmuş öyle mi? Ben bilmiyordum.
Mehmet Cantekin’in babası 1915 yılında bir buçuk yaşında bir bebek.
Mehmet Cantekin’in dedesi Hamit Çiftçi ailesinin bitişiğindeki kendi evlerinde oturuyor. Ölüme gittiklerini bilmeden, evlerinin anahtarını, eşyalarını, hayvanlarını Çiftçi ailesine teslim ediyor.
Şöyle diyor:
— Komşu savaş var diye bizi gönderiyorlar. Savaş bitince evimize geri döneceğimizi söylediler. Bu savaş inşallah kısa sürede biter. Biz de toprağımıza geri döneriz.
Birimşeli Kürt anneannem Fatma şöyle demişti:
— Ermeniler sürgüne gönderilmeden önce dedeni evlerinin üstünde iki kardeşi ile çevreyi gözetlerlerken görmüştüm. Üç kardeşin ikisi esmer, biri sarışındı. Senin deden esmerdi.
Kâhta’da ve çoğu yerde önce erkekleri götürüp öldürüyorlardı. Kadınları ve çocukları daha sonra kafileler halinde zor, patika yollardan yürütülüyorlardı. Suriye’deki Der Zor bataklığına yüzde yirmisi bile kavuşmuyordu. Açlıktan, yorgunluktan, zengin Ermenilerin altınları helal, kendilerinin yaşaması haram diyenlerce öldürülüyorlardı. Kızlarına, genç gelinlerine el konuluyordu.
Irkçılar “iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyorlar. Bazıları da Ermeniler için aynı şeyi söylemiş.
Kâhta’da on iki yaşındaki Ermeni kızını eş alıp, dokuz yaşındaki erkek kardeşini öldürüp Kâhta Çayına atan komşunu tanıyor musun Türkmenistanlı Nalbant’ın Oğlu M. Nazif Ülgen Bey…
Ben tanıyorum.
Torunu bana anlattı. Dedelerinin yaptıklarından dolayı ailenin iflah olmadığını söyledi. Allah fitil fitil burunlarından getirmiş. Zulmün karşılığı öbür dünyaya kalmadan, bu dünyada ödeyen çok aile var. Trafik olur. Kanser olur. Kör kurşun olur.
Allah işini bilir.
Kâhta’da Kadınları ve çocukları toplayıp götürmüşler.
Babamın annesi kucağında bebeği (babam) ile götürülür. Kardeşi Mehmet Evci (Mehmedi Büke) ağlamaya başlar. Vicdanlı bir Kâhtalı niye ağladığını sorar:
— Bacımı götürdüler.
— Siz Süryanisiniz. Süryani Kadim. Siz tehcire girmiyorsunuz. Yanlışlık var. Gel H. Bedir Ağaya gidelim. Durumu anlatalım.
Birlikte H. Bedir Ağaya giderler. Yüzbaşı da oradadır.
Kâhtalı vicdanlı Adam H. Bedir Ağaya durumu anlatır. H. Bedir Ağa aileyi iyi tanımaktadır.
Yüzbaşıya seslenir:
— Komutan bunlar Süryani kadimdir. İyi tanıyorum. Bir kâğıt yaz, gitsin bacısını getirsin.
Yüzbaşı kâğıdı yazar. Mehmet Evci ve Kâhtalı vicdanlı adam Şexbaba köyüne yeni kavuşmuş kafileye yetişirler. Askerlere kâğıdı verirler. Nenem ve babam (bebek) böyle kurtulur.
Nenem Qeraşlı biri ile evlendirilir. Babam biraz büyüyünce medreseye verilir.
Bir buçuk yaşındaki bebek Hıristiyanlığı öğrenmeden Müslümanlığı, Süryaniceyi ve Ermeniceyi öğrenmeden Kürtçeyi öğrenir.
Babam dönme değildir. Öğretilen ilk dil Kürtçe, öğretilen ilk din İslamiyet’tir.
Nüfus sorgulaması yaptım. Babamın annesinin babası 1859 yılında Adıyaman Eskisaray mahallesinde doğmuş ve kayıt altına alınmış.
Babam tarafını sorguladım. Öldürdükleri Ermenilerin adını sisteme yüklememişler. Babamın babası kısmına “ölü Asador” yazmışlar. Sorgulamada Asador’dan ilerisini canlı yok ettikleri için, kayıtta da yok etmişler.
Elazığ’dan gelmediğini bu toprakların çocuğu olduğunu çok iyi biliyorum.
Dedemin evi bellidir. Yeri bellidir.
Dil uzatılan Mehmet Cantekin’in mezarı bellidir. Bir zamanlar namussuzlar mezar taşına bile tahammül etmeyerek kırmışlardı.
Tanıyan bütün vicdanlılar, Mehmet Cantekin’in Kâhta sevdalısı, ülkesini ve halkını çok seven zeki, çalışkan, mert, yiğit, yetenekli pırıl pırıl bir genç olduğunu bilir.
El etek öpmeden yirmi bir yıl alnı ak, başı dik yaşadı.
Sevenleri şiirlerde, marşlarda, kitaplarda ve en güzeli gönüllerde yaşatıyor.
Tarihin ak sayfalarında onurlu bir yiğit olarak yaşayacaktır.