MAZİYE YOLCULUKLAR–259
DR. İSMET TURANLI İLE YAZIŞMAMIZ
Sevgili İsmet Turanlı,
İkimiz de Kâhtalıyız. Birbirimizi tanımıyoruz. Ben adınızı Yaşar Kaya’nın sitesinde, Yaşar Kaya’nın bir yazısında duydum. Sonra orada birkaç yazınızı okudum. Sizi sevdim. Çocukluğumun kahramanı eski belediye başkanımız rahmetli Abdullah Turanlı Beyi de çok sevmiştim. Vefatında hüngür hüngür ağlamıştım.
Ben Turanlı ailesinin düşmanı değilim. Kendilerini üç kere sürgüne gönderen zihniyetle işbirliği yapan, çıkarları için onların emrine giren aile fertlerine karşıyım. Mesele bu kadar açıktır. Geniş ailenin bazı fertlerini sever sayarım. Bazı fertlerini de hiç sevmem. Kâhta’ya ve Kâhtalılara büyük zararları olduğu için sevmem. Ben yalan söylemem. Gerçek budur.
Gençliğimin Kâhta’sında karşımıza dikilen, mücadelemizi engellemek için her yola başvuran, Namık Kemal Zeybek’lerin, Cem Ersever’lerin oyununa gelen Turanlı ailesinin fertlerine hiç benzemiyordunuz…
Adıyaman işkence hanelerinde (PİRİN PALAS) aylarca işkence görmemize neden olan bir ailenin ferdi gibi yazmıyordunuz.
Beni 1402 sayılı yasayla görevden attırıp Afyon’da Şubat ayında beş parasız bırakan, resmen iki çocuğumla açlığa mahkûm eden, neticesinde yuvamın dağılmasına neden olan bir ailenin ferdi değil, bir ağabey gibi gördüm sizi…
Kahtanet’te yazılarınızı zevkle okuyorum. Turanlı ailesinde birinin para sıkıntısı çektiğini, MİT’in yaşamını gölgelediğini yazınızdan öğrendim…
Benim yaşadıklarımı bir Turanlının yaşaması belki bu satırları yazdırdı bana… Sizin Malatya’da geçen çocukluğunuz, tahsil hayatınız sizi farklı kılmıştır diye düşünüyorum…
Sizi üzmek için bunları yazmadım. Yaşınızı biliyorum. Size sonsuz saygı duyuyorum.
Bu akşam “Para” başlıklı yazınızı okuyunca bunları yazdım. Size bir yazımı da göndereceğim… Para ile ilgili. Çuvalla para… “KÂHTA’DA UÇUŞAN PARALAR” https://www.mahmutcantekin.com/kahtada-ucusan-paralar.html
Kahtanet’te şiir ve yazılarım yayınlanıyor… Şiir sitelerinde de bin dokuz yüz doksan yedi şiirim yayınlandı.
Mersin’de yaşıyorum. Mersin’e yolunuz düşerse görüşmek isterim…
Selamlar, saygılar…
Mahmut be hemşerim,
Metiner benim bazı yazılarımdan bizim de neler çektiğimizi öğrenince şunu yazdı. Biz zannediyorduk ki ağa ailesi yağ bal içinde yaşıyor.
Şimdi size bir kaç anekdotumu anlatayım.
Malatya’da gerek annem tarafından (Turfanda ailesi. Eşraftan) gerekse babam tarafından Kâhta’nın ağa ailesi olarak çok zengin zannedilirdik. Dolayısı ile öğretmenim de ilkokulda iken bana Kızılay pulları verirdi. Ben annemden bunların parasını isteyemezdim ve öğretmenime her gün bir yalan uydururdum. Annem teyzemlerde. idi v.s.
Çünkü babam ben iki yaşında vefat ettiğinde alacağı olanlar gelip annemden almışlar fakat vereceği olanlardan hiç bir şey alamamış. Evin üst katını 10 liraya kiraya vermek mecburiyetinde kalmıştı. Bu para ancak vergiye elektriğe v.s. yetiyordu. Akrabaların yardımı ile zar zor geçiniyorduk. Ben şahsen mütehassıs oluncaya kadar hiç para kazanmadım. Hatta Almanya’da, İngiltere’de, Ankara’da. Hep volonter yani maaşsız çalıştım.
Bir kaç yaz tatilinde Kâhta’ya katır üstünde dağdan üç günde gittim. Kâhta’daki ailemizi, yani ağaları hayvan naklinde kullanılan kara vagonlarla Türkiye’nin muhtelif taraflarına parasız, pulsuz, emlakleri istimlâk edilmiş. Üçüncü kez sürgüne gönderilmişti.
Zeynep hatun (Hacı Bedir ağanın hanımı) İnönü’ye gitmiş ve ağaların Malatya’ya dönüşünü sağlamıştı. Fakat Kâhta’ya gitmeleri yasaktı.
Koca Zeynel Bey geçimini temin için bir dükkân açtı tüccar pazarında. Köylülerin getirdiği yağı peyniri satıyor, köylülere de karşılığında tuz, sabun v.s. veriyordu. Ta ki 1946 demokrasi(?)gelinceye kadar. Bende Kâhta’da dedemin ve babamın köylerine gidip harmanları paylaşıyordum. Fakat çiftçi ile paylaştığımızda bize kalan tohumluğa dahi yetmiyordu. Üstelik Malatya’ya kendi buğdayımızı dahi gönderemiyorduk. Bir ara annemin dayısı Malatya mebusu Kâhta’ya gelmişti ve kaymakamdan kendi buğdayımızı Malatya’ya gönderme müsaadesi almıştı. Böylece üç beş katır yükü buğdayı Malatya’ya gönderebiliyordum. Ve her katır için ayrıca kaymakamlıktan müsaade belgesi alması şartı ile.
Lise ikide iken amcamın köyü Göçeri’de bir ay kalmış harmanları kaldırmış, kergeyi kaynatmış ve Malatya’ya katırlarla erzak göndermiştim. Hamdi amcam atını vermediği için yaya dört saat Menzilden Kâhta’ya gelmiştim. Gelmiştim amma ayakkabılarım parçalanmış, yarı yolu yalınayak kat etmiştim.
Malatya’ya dönmek için param yoktu. İki kile buğdayı malmüdürüne sattım. Hamdi amcam aracı olduğu için de aldığım elli liranın 5 lirasını benden almıştı. Onunla kendime bir ayakkabı almış Malatya’ya dönmüştüm.
Göçeri Ali amcamın köyü idi. Eve geldiğimde harmanlar ve kerge hakkında kendisine malumat verdim ve sonunda iki kile buğdayı satıp ayakkabı aldığımı söyledim. Gururlu bir şekilde. “İyi b…yemişsin. Kimden izin aldın buğdayı satmak için” diye beni azarladı. Pürseyah olmuştum. Ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Bu tarzda o kadar çok anekdotlarım var ki anılarımda bunları anlattım. İnşallah kitap halinde yayınlanır. Bendeki pozitif düşünce ve azim değil memlekette, Avrupa’da bile mesleğimde beni top mevkilere taşıdı.