MAZİYE YOLCULUKLAR – 8
BİR ANNENİN GÖZYAŞLARI – 2
“Adıyaman yolu kana boyandı”
Günlerdir bir anne ağlıyor!
İlk çocuğu, üniversite öğrencisi, fidan boylu, kara gözlü, mangal yürekli yiğit Mehmet, 19 Eylül 1969 günü toprağa düşmüştü…
Anne çaresiz, perişan!
Mehmet’in cenazesinde olay çıkaran örümcek kafalılar, içkiden ölenlerin başucunda, dünya malı için, üç kuruş para için saatlerce Kuran’ı Kerim’i ellerine alıp okudular.
Ağızlarında Allah, kalplerinde parayı kıble yapanlar, İslam dinine en büyük zararı verenlerdir.
Ölen kim olursa olsun, Kâhta’da cenazeye saygısızlık görülmemişti…
Örümcek beyinliler, Kâhta’nın bu güzel geleneğine leke sürmekten çekinmediler…
Vicdanlarını yitirmişlerdi… Erdemlerini yitirmişlerdi… İnsan kılıklı zavallı mahlûkatlardı…
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Anne, Mehmet’ini toprağa vermeden önce, son geceyi oğluyla birlikte geçirmek istedi. Olmadı. Kalabalıktan kerpiç duvarlı, toprak damlı kendi evleri çökecekti.
Kerpiç duvarlı, toprak damlı komşu evlerin üstü insanlarla dolmuştu. Komşu evlerin çökme tehlikesi oldu. İnsanlar ağlıyordu…
İnsanların güzelliği gözyaşı olup akıyordu.
Sokaklarda, evlerin damlarında insanlar bekleyip duruyordu. Tek çare cenazeyi kaldırmaktı.
Öyle de yapıldı. Anne, oğluyla bir gece daha kalamadığına yanıyordu. Ağlıyordu. Durmadan ağlıyordu.
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Yirmi bir yaşındaki üniversite öğrencisi oğlunu, Kâhta mezarlığında toprağa verdi.
Üzerine toprak atılan oğluydu…
Her kürek sesi, kendi yüreğine giren domdom kurşunuydu.
Bir daha yıkıldı. Toprağına sarıldı oğlunun…
Gözyaşları ağıtlarına yoldaş oldu.
Ağladı… Ağladı… Kalkmak, ayrılmak istemiyordu oğlunun mezarından…
Anne, mezarın üzerinden zorla kaldırıldı… İki kişi kollarına girdi. Eve kadar yürüyecek gücü kalmamıştı.
İki güzel yürekli Kâhtalı kadın, anneyi evine kadar götürdüler.
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Her kar yağdığında mezarlığa gitti. Elleriyle oğlunun mezarının üstündeki karı temizledi.
Fistanıyla oğlunun mezarın üstünü örttü. “Oğlum, Mehmet’im üşümesin” diyordu.
Anne, gece yarıları evden ayrılır oldu… Arandığında Kâhta mezarlığında, Mehmet’in mezarının başında bulundu.
Mezarlık birinci adresi oldu.
Evlat acısını çekenler bilir…
Ateş düştüğü ocağı, cayır cayır yakıyordu…
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Bütün Kâhtalılar bilir, anne dağ gibi bir kadındı.
Dağ gibi bir yiğit anasıydı. Çöktü. İpek gibi saçlarına karlar yağdı… Saçları bembeyaz oldu.
Acının bir anneyi nasıl erittiğine, bütün Kâhta tanık oldu.
Kâhtalı zengin fakir bütün analar evladını yitiren annenin acısına ortak oldu.
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Oğlunun hakkında gazete ve dergilerde çıkan yazılar bir klasörü doldurdu…
Mehmet’i için şiirler yazıldı, yayınlandı…
Mehmet’ i için türküler yakıldı… Kasetlerde, Mehmet’in türküsü söylendi… Ülkenin her yerinde, konserlerde, meydanlarda binlerce kişi bir ağızdan, Mehmet’in türküsünü söylediler…
Kitaplarda, Kâhtalı Mehmet Cantekin diye oğlunu övdüler…
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Gazeteler, dergiler, kitaplar, kasetler acısını ne unutturabildi ne de hafifletebildi.
Hiç bir şey acısını dindiremedi. Her geçen gün, acısını daha da arttırdı.
Sonunda hasta düştü.
Ne yaptığını bilemez hale geldi.
Evlat acısı galip geldi.
Yiğit kadın, dağ gibi kadın, evlat acısına yenildi…
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Kâhta’dan ayrılmak, Mehmet’inde ayrılmak demekti…
Oğlu Mahmut’un Mersin ilinde, kendisine sunduğu bütün güzel olanakları, elinin tersi ile itti. Oğlu Mahmut’un, “evim senin, ben ve eşim her dediğini yapmaya hazırız” önerisini kabul etmedi.
İstersen “Ayrı daire, hizmetçi, haftada bir kez Kâhta’ya “Mehmet’in mezarına götürüp getirme” önerilerini de kabul etmedi.
Mahmut’un yalvarmalarına, ağlamalarına, ısrarlarına rağmen bir tek yanıt verdi:
“Ben Mehmet’imden ayrı kalamam, ayrı yaşayamam, boşuna ısrar etmeyin… Ben Kâhta’da öleceğim… Mehmet’imin yanına gömüleceğim… Oğluma sarılıp toprak olacağım” dedi.
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Anne oğlunun, Mehmet’inin yanına gitmeyene kadar gözyaşları dinmedi.
Günlerdir bir anne ağlıyor!
Anne çaresiz, perişan!
Anne, Kâhta’da toprak bir damda, 17.05.1948 tarihinde Mehmet’ini dünyaya getirmişti…
Mehmet, yıkılası İstanbul şehrinde, hiç beklemedik bir anda, 19 Eylül 1969 tarihinde, kiralık katillerin kurşunlarına hedef oldu…
Mustafa ile Adile, ilk çocukları Mehmet Cantekin ile birlikte Kâhta mezarlığında yan yana yatıyorlar.
Bu dünyada onları ayıranlar, o dünyada ayıramadılar.
Hiçbir anne dini, dili, rengi, ırkı ne olursa olsun, evlat acısı çekmesin…
Vicdanları nasırlaşmış olanlar, hiçbir anneye evlat acısı çektirmeyin artık…
Ateş düştüğü yeri yakarmış… Gerisi yalanmış…
Evladını yitiren tüm annelere sabır dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor…