SON SAYFA NOTLARI
Cezaevinde bu ilk defterime şiirler ve yazılar yazarken, son sayfasına notlar düşüyordum…
Son sayfa notlarından bir seçme yaparak alt alta yazmak istiyorum…
Son sayfa notlarından seçmeler:
Aynada gördüğü suratından utanmayı bilmeyen zevat, başkasından hiç utanmaz… Utanmasını beklersen hayal kırıklığını yerlerden toplayamazsın…
Ruh hastası olan mahlûkat, koğuşta birlikte yaşadığı insanları bunalıma sokar… Hasta eder…
Ruh hastası olanları, kendisi gibi ruh hastası olanlar susturabilir…
Karısının tüccarı 0lan zavallı kişilik, koğuşta ispiyonculukla birlikte yaşadığı insanları satıyor…
İnsan satma benliğine işlemiş…
Tezgâh kurmuş insan satıyor…
İnsanlığın zerresinden nasibini almamış kişiliklerle bir arada yaşamaktansa, kedi ve köpeklerle kucak kucağa yaşamayı tercih ederdim…
Hayvanlar, beni ispiyon etmeyi içlerinden bile geçirmezlerdi…
Ben de bu kadar huzursuz olmazdım…
Bazı kişiliklerin sürüngenlerin tırnağı bile olamayacağını, bu koğuşa düşünce anladım…
Bu koğuş, okuduğum binlerce kitaptan fazlasını bana öğretti…
İnsan kalitesinin seviyesi düştükçe, ortamın kirli havası çekilemediği gibi insan sağlığını da bozuyor…
Cezaevlerinde psikolojik danışma merkezlerinin neden kurulduğunu buraya düşünce anladım…
Her koğuşta danışma merkezi olması lazım…
Önyargılı, gelişmemiş yoz kişilik, en tehlikeli kişiliktir…
İçki ve sigara kullanmayan adamı, kanını tahlil ettirmeden esrar içicisi yaparlar…
İğnesi kırık, tetiği ve mermisi olmayan tabancayla sana adam öldürtürler…
Bu cehenneme düşürülmeyi hak eden bir suç işleseydim, böyle cayır cayır yanmazdım…
Kendi düşen ağlamaz, derler…
Buraya düşürüldüğümden beri gözlerimin yaşı eksilmedi…
Düşünüyorum, bir tek cevap bulabiliyorum: Düşmedin, düşürüldün…
Ağlamazsan, hırsından çatlarsın…
Ağla, gözyaşlarını deftere dök…
Kendi ateşimle yanmak isterdim… El ateşi ile yanmak zoruma gidiyor…
Kişiliği kül olmuş zevattan güzel davranış aramak, çalı dallarında üzüm salkımlarını aramaktır…
Arama diken bulursun…
Çıkarayım derken yorulursun…
Özü harap olanın sözü tatlı şarap olmaz…
Kırıcı, moral bozucu, tiksindirici sözler, kokmuş özünün ürünüdür…
Bataklıkta mis kokulu güller derlemeye kalkanların, hayal kırıkları kaçınılmaz olur…
Yoğunlaşan toz bulutlarının içinde, masmavi gökyüzünü aramaktan vazgeç…
Acar tüccar dört yanım,
Bitmez benim isyanım,
Nasıl düştün tuzağa,
Söyle bana sen canım…
Oruç tutuyorum deyip iftara kadar yatan, namaz kılıyorum diye hava atan dışarının alkoliği, koğuşun sözde dindarına dedim ki:
— Allah kurtarsın…
Ne cevap aldım biliyor musunuz?
Buyurun öğrenin:
— Tövbe! Estağfurullah! Git başımdan!
Sinirlerime gem vuramadım.
Cevap verdim:
— Özür dilerim! Yanlış söyledim: Allah belanı versin!
Biri mahkeme dönüşü bana tahliye olduğunu söyledi.
Ekledi:
— Beni bir hafta içinde bırakırlar…
Ben de gerçeği söyledim:
— Tahliye olan kişiyi, tahliye olduğu günün saat yirmi dördüne kadar bekletebilirler… Gün bittiğinde, tahliyecinin başına bir şey gelirse tahliyeyi aksatanlar sorumlu olur… Gerçekten tahliye olmuşsan, bu gün gidersin…
Bağırdı:
— Sen ne bilirsin. Kafamı karıştırma.
Bir saat sonra demir kapı açıldı…
Gardiyanın sesi duyuldu:
— Tahliyeci eşyalarını al, gel. Gidiyorsun.
Güldüm:
— Bir hafta cezaevi kapısından nöbet tuttuktan sonra seni bırakırlar…
Bana baktı… İnandı mı bilmiyorum?
Bana tuzak kurup buraya düşürenlerin gözü kör olsun…
Başka bir şey söylemek, yapmak elimden gelmiyor…
Dünyanın en tehlikeli mahlûkatı erkeğin orospusudur… Onların olduğu yerde huzur olmaz…
Kendisine saygısı olmayandan saygı beklemek, kavak ağacında armut aramaya çıkmaktır…
Kader seni kimlerle bir araya getireceğine kendisi karar verince, dünyan başına yıkılır, kıvranıp durursun…
Mahmut, kişiliğine sahip çık…
Çürüme…
Yozlaşma…
İnsani özünü yitirme…
Adli tatil bitti…
İlk mahkeme 3 Eylül…
Şafak 18.
Tahliye olacaksın…
Bu bataklıktan kurtulacaksın…
CEZAEVİ GÜNLÜĞÜ
16 Ağustos 2013 / Cuma / SAAT: 20.30